Geçtiğimiz günlerde İsveç ve İngiliz bilim insanları Grönland ve Kanada arasında yeni bir mikro kıtanın varlığı keşfettiler. Bu keşif, bilim dünyasında büyük bir yankı uyandırdı ve birçok araştırmacının ilgisini çekti. Bilim insanlarının yıllardır üzerinde çalıştığı bu bölge, uzun süredir jeolojik özellikleri bakımından merak uyandırıyordu. Peki bu bilim dünyasını adeta çalkalayan gizemli kıta nasıl keşfedildi ve neden bu kadar önemli?
Kanada’nın güneydoğusundaki Baffin Adası ile Grönland’ın güneybatısında kalan bir bölgede bilim insanları ilginç bir anomali tespit ettiler. Anomali Meteorolojik faktörlerin, o enlemler ve dönem için geçerli olan ortalamalardan sapması, farklılık göstermesidir. Bölgenin yerçekimi kuvvetinin ölçümlerini ve sismik verilerini incelediklerinde deniz tabanın beklenenden çok daha kalın bir kaya tabakası gözlemlediler. Normal şartlar altında okyanusların tabanının kıtalara göre çok daha ince bir kabuktan oluşması beklenir. Fakat burada bir kıta parçası gibi görünen kalın bir kabuk fark edildi. Bu anomalinin keşfi bilim insanlarının aklına tek bir soru getirdi: Acaba bu bölgede keşfedilmemiş bir mikro kıta mı vardı?
Araştırmalara göre yaklaşık olarak 118 milyon yıl önce Grönland’ın tek bir kara parçası olduğu görülür. Ancak o zamanlar bu kıtalar sürekli hareket halindeydi ve birbirlerinden ayrılma eğilimindelerdi. Bu ayrılmalar zaman içinde çatırdamaya ve ayrılmaya dönüştü. İlk ayrılma 61 milyon yıl önce Labrador Denizi’nde gerçekleşti. Kıtalar birbirlerinden ayrıldıkça yeni okyanuslar oluşturuyordu. Tam olarak bu kısımda parçalara ayrılmış iki büyük kıta arasında kalan bu bölge kendi başına bir mikro kıtaya dönüştü.
Ayrılmalar ve çatlaklarla ilgili Dr. Jordan Phethean yaptığı açıklamada, “Yırtılma ve mikro kıta oluşumu kesinlikle devam eden olgulardır. Her depremle bir sonraki mikro kıtanın ayrılmasına doğru ilerliyor olabiliriz” dedi.
Yaklaşık olarak 31 milyon yıl süren tektonik hareketlerin yeniden yapılandırılmasını sağlayarak araştırmacılar kabuk anomalisinin nasıl oluştuğuna odaklandılar. Bu analizler, mikro kıtanın oluşum sürecini ve jeolojik tarihini çıkarmada büyük bir rol oynadı. Mikro kıta, yer çekimi haritalarından alınan kabuk kalınlığı verileri, sismik yansıma verileri ve levha tektoniği modellemesinin bir birleşimi kullanılarak tanımlandı.
Gondwana Research dergisinde yayımlanmış çalışmaya göre bilim insanları bu mikro adaya “Davis Boğazı proto-mikro kıtası” ismini verdi. Bir diğer deyişle, henüz tam gelişmiş bir kıta olmasa da kıta özelliklerine sahip bir yapı olarak değerlendirilir. Alan, okyanus tabanına gömülmüş bir şekilde adalardan kopmuş durumda. Boyutları konusunda kesinlik sağlanamamış olsa da yaklaşık olarak 19 ile 24 kilometre arasında olduğu biliniyor. Bu ölçüler okyanus tabanlarının normal ölçülerinden daha kalın olsa da bir kıtaya göre daha ince.
Araştırmacılar, proto-mikro kıtanın diğer mikro kıtalardan daha büyük olduğunu ve kalınlığının 17 ila 22 kilometre arasında olduğunu belirttiler. Proto-mikro kıtanın nasıl oluştuğunu anlamanın, günümüzdeki bilimsel çalışmalar için hayati öneme sahip olduğunu vurgulamışlardır. Proto-mikro kıtalar, Dünya'nın dış kabuğunun birkaç tektonik plakaya ayrılmış bir kısmı olan kıtasal litosferin bir parçasıdır. Dünya yüzeyinden yaklaşık 80 ila 190 kilometre derinlikte, ısınan ve ardından eriyen yarı akışkan bir kaya tabakası bulunmaktadır. Bu tabaka, kayanın akışını mümkün kılar.
Bu görseldeki hareket, tektonik levhaları iterek milyonlarca yıl boyunca birbirlerine sürtünmelerine neden olur ve bunun sonucunda depremler ve volkanik patlamalar meydana gelir. Bu süreç gerçekleştiğinde, kara kütlesi büyük kıtalardan ayrılarak kendi proto-mikro kıtasını oluşturur.
Keşfedilen kıta sadece mevcut olarak kullanılan haritaları değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda Dünya’nın nasıl şekillendiğini daha iyi anlaşılmasına fayda sağlıyor. Keşif, levha tektoniği teorisine yeni bir bakış açısı kazandırmakta. Levha teknoniği teorisi ise dünya üzerindeki büyük levhaların, büyük kara parçalarının, hareketlerini açıklar. Keşfedilen kıta ise levhaların nasıl hareket ettiği konusunda yeni bir boyut katıyor. Bu tür keşifler ise araştırmacıların deprem ve volkan gibi levhaların birbiriyle etkileşimi sonucunda oluşan doğal afetleri daha iyi anlayıp öngörmemize yardımcı olabilir. Bir diğer deyişle, bu mikro kıtalar, kıtaların birbirinden ayrılma sürecinin nasıl daha karmaşık olabileceğini gösteriyor.
Davis Boğazı mikro kıtasının keşfi, Dünya üzerindeki diğer potansiyel mikro kıtaların keşfi için bir başlangıç noktası olabilir. Gelecekteki araştırmalar, bu mikro kıtanın jeolojik özelliklerini ve oluşum süreçlerini daha ayrıntılı bir şekilde inceleyerek, dünya tarihinin bilinmeyen yönlerini aydınlatabilir.