27 Haziran'da, 17 yaşındaki Nahel Paris, Nanterre banliyösünde bir polis memuru tarafından "polise itaatsizlik" nedeniyle vurularak hayatını kaybetti. Sosyal medyada yayılan videoda olayın tesadüfen çekilmesiyle, öfkenin kontrol edilemez ve isyanın bastırılamaz bir şekilde yayılmasına yol açtı. Bu olay, ülkenin birçok büyük kentinde bulunan kenar mahalleleri aniden alevlendirdi. Nahel'in ölümü, bardağı taşıran son damla olarak kabul edilebilir.
Banliyö krizi, göçmenler üzerinde odaklanan bir sorun olup, uzun süredir devam eden bir sıkışmışlık hissine dayanmaktadır. Fiziksel ve sosyal olarak merkezden uzakta olan bu kesim, toplum tarafından dışlanmış ve "değersiz" hissetmektedir durum toplumla kopukluk, işsizlik ve temsil edilmeme gibi faktörlerle birleşerek gençlerin tepkisine yol açmaktadır.
Bu kriz, ırkçılık ve ayrımcılık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. "Banliyö" denildiğinde akla ilk gelen kavramlar genellikle "güvensizlik" ve "suç" gibi olumsuz algılardır. Bu mahallelerde yaşayan insanlarla toplumun çoğunluğu arasında güçlü bir bağ bulunmamaktadır. İnsanlar fikirlerini genellikle gazete ve televizyon röportajları gibi medya üzerinden edinmektedir. Yani bu durumda sosyal ilişkiden ziyade, medya aracılığıyla bir ilişki kurulmaktadır. Göçmenler olarak adlandırdığımız, ancak aslında Fransız vatandaşı olan bu kesimin karşılaştığı sorunlar, ayrımcılığın hala var olduğunu ve bunun kısa sürede çözülemeyeceğini gösteren bir gerçeklik yaratmaktadır. Kendi kendini üstün gören ve farklı adlandıran bir zihniyet, bu vatandaşlardan oluşan kesime karşı hala mevcuttur, bu durumun ne mevzuatta ne de işleyişte düzelme belirtisi gösterdiği görülmektedir.
Göçmenler genellikle kırsal kesimden gelmekte ve bu kültürel yapıyı banliyölerde kopuk bir ortamda yeniden inşa etme çabasındadırlar. Bu da onların topluma katılımlarını zorlaştırmaktadır. Ancak bu sorun sadece göçmenlikten kaynaklanan bir durum değildir; aynı zamanda adaletsizlik, eşitsizlik ve birey olarak tanınmama gibi sorunlara karşı bir tepki olarak da ortaya çıkmaktadır.
Bu kesimi temsil edecek bir lider veya sözcüleri bulunmamaktadır. 1980'lerin başında sosyalistlerin iktidara gelmesiyle bir umutlanma yaşanmış olsa da, banliyöler istedikleri sonuçları elde edememişlerdir. Ancak 80'li yıllardan itibaren, sol siyasette yer alan temsilcilerin daha çok orta ve üst sınıftan gelen kişiler olması, alt kesimi, işçi sınıfını ve hatta göçmenleri içeren kesimi temsil etmede başarısız olmuştur. 90'lı yıllardan beri ise banliyölerde yaşayan insanlar politik arenadan uzaklaşmışlardır ve artık dertlerini anlatacak bir yer bulamamaktadırlar.
Nahel gibi çocuklar ve gençler sokaklarda, protestoların ön safhalarında yer alıyorlar. “Öldürülen ben de olabilirdim” hissiyle acıları körükleniyor. Polis korkusu kalıcı bir hal alıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 2020 yılında Fransa'daki polis şiddeti üzerine hazırladığı bir rapora göre, polis genç siyahlara ve Araplara karşı geniş yetkilere sahip durdurma ve arama yöntemlerini kullanıyor, herhangi bir kanıt veya işaret olmaksızın yasayı çiğniyor. Polis, etnik köken temelli profil oluşturarak kimin kontrol edileceğine karar veriyor yani belirli bireylerin davranışları yerine kökenleri ve görünüşlerine dayanarak suçlu olma olasılığının daha yüksek olduğunu varsayıyor. Köken veya etnik kökene dayalı ayrımcılık, bireylerin yanı sıra toplumsal uyum için de zararlı bir etkiye sahiptir.
Bugünkü olaylar sadece bir güne ait bir sorun değildir ve çözümü de anında gerçekleşmeyecektir. Beklentiler, olayların sakinleşmesi ve şiddet içeren eylemlerin son bulmasının yanı sıra adaletin sağlanması ve banliyölerdeki sorunların gerçek çözüm önerileriyle ele alınması yönünde olmalıdır. Sadece olayların ve insanların sakinleşmesini beklemek, sorunun köklerine inilmediği anlamına gelir. Eğer bu şekilde devam ederse, ilerleyen zamanlarda benzer olaylarla karşılaşma ve benzer manzaralarla karşı karşıya kalma ihtimalimiz olabilir.
Bu tür olaylar, ilerleyen dönemlerde kolaylıkla çözülemeyecek ve Fransa'nın sömürge geçmişiyle yüzleşme ihtiyacını ortaya çıkaracaktır. Hükümet, gerçek sorunlarla yüzleşerek kalıcı ve somut çözümler üretmelidir. Bu sorunlar hem banliyölerdeki eşitsizliklerle ilgili olanlar hem de polis teşkilatındaki ırkçı ve ayrımcı tutumlarla ilgilidir.
Şuan protestolar biraz daha sakinleşmiş olsa da Nahel’e ve daha birçoğuna karşı yapılan davranışlar kolay kolay unutulmayacak. Hükümet şuanda insanların öfkesini dindirmek adına halkın arkasında olduğunu ima etse de banliyö sorunlarına çözüm üretemezlerse bu tür olayların tekrarlanacağını öngörebiliriz.