Begüm Güvenç, Selcen Aksu ve Elif Karakaş tarafından yazıldı.
Belgesel yönetmeni, gazeteci ve yazar Nebil Özgentürk; eserlerinde birçok sanat ve bilim insanının hayatına değinmiş, topumsan sorunları ele almış ve eserleriyle tarihe adını kazımıştır. Kendisiyle yaptığımız röportajda toplumdaki önemli konulara değindi, eserlerinde ele aldığı konulardan bahsetti.
Belgeselcilik tutkunuz nasıl şekillendi? Çocukluk döneminizde sizi derinden etkileyen olaylar, yaşantılar veya kişiler var mıydı?
Benim doğduğum evde bir sinema ortamı vardı ve eve sık sık sanatçılar gelirdi. Abimin film yönetmeni olması sayesinde pek çok şiir, sanatçı, yönetmen ve aktör ile tanıştım. Oradaki atmosfere hayran oldum, o günden itibaren başka meslek düşünmedim çünkü insanın tutkusu ortaokul ve lise yıllarında başlar. Ben üniversiteyi işletme fakültesinde okumama rağmen okurken bile “Şiir ve kitap yazacağım, sinemacı olacağım.” diye düşünüyordum. Belgeselci olma fikri son 30 yılda oluştu ama ilk başlarda, yani 20-25 yaşlarındayken daha çok sinemacı olmak istiyordum. Önce yazılar yazdım, röportajlar yaptım. Onların kitap olması üzerine ATV ve NTV gibi kanalların yöneticileri, bunların belgesele dönüştürülmesi için teklifte bulundular. Ben de bunun üzerine 1996 yılında başladım belgesel yapmaya. O günden beri, hemen hemen 30 yıla yakındır, belgesel yapıyorum ve toplamda 1000’e yakın belgesel yaptım.
"Bir Yudum İnsan" adlı belgesel dizisini hazırlarken sizi en çok etkileyen kişiler ve olaylar nelerdir? Hayatından, deneyimlerinden etkilendiğiniz birkaç önemli isme yer verebilir misiniz?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eşinin hayatı çok enteresan geldi bana. Onunla röportaj yapmadım ama onun yakınlarıyla, yeğenleriyle röportaj yaptım, bana Latife Hanım’ı anlattılar. Özel bir kişiliği var, çok eğitimli bir insan, Sorbonne’da okumuş, 5 dil biliyor. İzmir’de Atatürk ile işgalin zor zamanlarında tanışmışlar. Ayrıca evlilik yılları değil de Atatürk ile boşandıktan sonra, Latife Hanım’ın Atatürk ile ilgili en küçük bir açıklama yapmaması, kendi kozasına kapanması da beni etkilemiştir. Dünya basınının gelip peşine takılmasına rağmen 1925 yılından 1975 yılına kadar hiç kimseyle röportaj vermiyor, hiç ilgilenmiyor onlarla. Onun o sakin duruşunu, o biraz daha sanıyorum mağdur duruşunu, mağduriyeti şu yüzden söylüyorum, çünkü büyük bir liderin eşi olarak, hatta boşandığı eşi olarak yaşamak çok zordu, her yere gidemezdi.
Bir de Yaşar Kemal’i hatırlarım. Çocuk yaşlarında babasının öldürülmesine tanık oluyor, bir gözü kör oluyor, buna rağmen dünyanın en çok dillere çevirilen romanını yazıyor. Ayrıca Zülfü Livaneli’nin hayatı da çok ilginçtir. Büyük romancı, büyük besteci olmasının yanında ortaokul lise yıllarında çok enteresan bir hikayesi var. Babası hukukçu, yargıtay başkanı. Lise yıllarında, babası sürekli ders çalışmasını istiyor. O ders de çalışıyor ama daha çok roman edebiyat kitapları okuyor, bol bol kitap okumak istiyor. Bazen babası odasına giriyor, ders çalışıyor mu diye, o ise bazı romanları mum ışığında babasından gizli bir şekilde okuyor. tabii ki babası roman okumasını istemiyor değil ama derslerine çalış, ondan sonra oku demek istiyor. Bu yüzden o da babasını üzmemek yatağının ve yorganının altında, derslerine çalışmış da uyumaya çekilmiş gibi yaparak okuyor kitaplarını. Kullandığı bu yöntem çok ilginçtir, yani 16 yaşındaki 17 yaşındaki bir lise öğrencisi için ama çok okumaktan kocaman bir edebiyat insanı, kocaman bir besteci çıkıyor. Böyle böyle daha etkilendiğim çok insan hayat öyküsü vardı tabii, şimdi ben bunları saymış oldum.
Bir belgesel oluştururken dikkat ettiğiniz kriterler nelerdir?
Belgeselini yaptığım kişinin hayatının ilginç olmasına bakıyorum. Sadece başarı yetmiyor, o başarıyı elde etmek için zorluklar yaşamak, bazen acılar çekmek gerekiyor. Mesela on üç yıl cezaevinde kalıyor bir şair, ve o cezaevinde dünyanın en güzel ulusal kurtuluş şiirini yazıyor. İnsanın en zor zamanlarda bile edebiyat sanatı üretebiliyor olması çok değerli bir şey. Ben bu tür zor yaşamları hep seçmeye çalışıyorum. Başarılı iş adamı, başarılı bir sahne insanı olmak yetmiyor sadece, onların hayatlarındaki inişli çıkışlı olaylar ve durumlar beni çok çekiyor. Mesela sinema filmleri yapılır. Peki neden Müslüm Gürses’in hayatını sinema yaptılar veya neden Hindistan'ın kurucusu Gandi’nin hayatı sinema oldu? Çünkü Gandi Güney Afrika’da yaşıyordu, halkını işgalden kurtarmak için aylarca yürüyüş yaptı, böylece risk alıp hayatını zora soktu. Mesela Atatürk’ün de hayatı sinema ve belgesel olmalı, çok zor şartlar altında Türkiye’yi kurdu. Ben belgesellerde bu tür zorlu hayatları anlatmak istiyorum.
Belgesellerinizde ele aldığınız konularla izleyiciler üzerinde nasıl bir etki bırakmayı veya ne tür bir farkındalık kazandırmayı hedefliyorsunuz?
Ders niteliğindeki hayat öykülerini anlatırım, ibret olsun diye. Hayatlarının zor hayatlardan umutlu, mucizevi hayatlara dönüşen insanların öykülerini anlatayım ki insanlar bir başarının, bir ödülün, bir eserin kolay üretilmediğinin farkına varsın. Para kazanmak ve geçimini sağlamak bir yana, asıl istediğim, benim belgeselimi sonraki kuşaklar izlesin ve bu hikayeleri izleyip kendilerine rol modeller edinsinler bu sinemacılardan, bilim insanlarından.
Mesela Aziz Sancar’ın Nobel Ödülü almasını çok önemsiyorum. Mardin köylerinde okumuş ve dünyanın en değerli ödüllerinden birini almış. Onun hayatını okumalı insan, dinlemeli belgeselde. Böylece fizik, tıp, sosyoloji, sanat veya herhangi bir dalda elde edilen başarılar için insanların nasıl hayat zorlukları çektiğini görmelerini isterim. Örneğin Aziz Sancar kansere çare olacak bir formül buluyor. İnsanlar bu başarıların zor olduğunu görsünler istiyorum.
Ülkemizde meydana gelen toplumsal sorunlarla ilgili sanatın ve edebiyatın devreye girmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, bu sorunları ele alarak toplumsal bilinç ve farkındalık yaratmanın yolları nelerdir?
Ülkede, tarihte yaşanan olaylara ilgi duyarım, dünyadaki sorunlara ilgi duyarım. Ülkemizde yaşamın kolay olmadığını gençler olarak hepiniz görüyorsunuz. Çok zor zamanlar geçiriyoruz. Çok dertler çekmiş insanlara tanık oluyoruz. Ülkede binlerce sorun yaşıyoruz. Bazen hükümetler değişiyor, darbeler oluyor. İnsanlar hapse atılıyor. Sadece düşüncesinden dolayı hapse atılan insanlar oluyor son elli yetmiş yıldır. Bu yüzden ben, ülkedeki sorunlarla ilgili konuları önemsiyorum. Ve o konuların anlatılmasını ve bir daha yaşanmamasını dilemek istiyorum. Bu yüzden belgesellerde bu konulara ağırlık veriyor, belgesellerde bu hikayeleri anlatmaya çalışıyorum. Hapse giren şairler, filmleri sansürlenen oyuncular ve yönetmenler… Kadına şiddet, hayvana şiddet… Daha yakın tarihte gündemimizde olan hayvanların katliamı... Düşünsenize, para kazanmak için bebekleri öldüren bir çete ortaya çıktı. Bunlarla ilgilenmek istiyorum. Sanatçıların bunları anlatmasını istiyorum çünkü belki bir çözüme kavuşur.
Ben fark ettiyseniz daha çok sanat ve bilim insanlarının belgeselini yapıyorum. Onların, ülkedeki sıkıntılardan dolayı çektiği acıları anlatmaya çalışıyorum ki acılar azalsın, bir belgeselin azaltabildiği kadar. Ama belgesellerim bir toz zerresi kadar etkili olsa bile insan mutlu oluyor. Biraz katkım var mı diye düşünüyorum. Çünkü bütün belgesellerimde ben bunları göstermeye devam ediyorum. Sizin gibi öğrencilere de şehir şehir gezip belgesellerimi anlatıyorum, istiyorum ki orada dersin dışında bir şeyi de öğrensinler, dinlesinler. Benim biraz amacım budur.
Türkiye’de belgeselcilik alanında karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdir?
Ben en çok belgeselcilikte arşiv konusunda zorluklar çekiyorum. Türkiye’deki hiçbir şey düzgünce fotoğraf ve videolarla arşivlenmemiş durumda. Biz mesela son yüzyıla dair bir belgesel yapmak istediğimiz zaman arşiv kullanmakta çok zorluk çekiyoruz. O yüzden bazen animasyon yapmak zorunda kalıyoruz. İkinci sorun ise Türkiye’de televizyonlar nedense çok düzeysiz filmler, diziler ve programlar ürettiler. Özellikler özel televizyonlar. Devlet televizyonu da çok sıkıcı programlar ve diziler üretti. Biz ikisi arasında kaldık yani belgesel konusunda, insanlar belgesel izlemeyi azalttılar.
Buna rağmen, kendim ısrarla belgesel yapmaya devam ettim. Kapıdan kovulup bacadan girdim! Bine yakın belgeseli boşuna yapmadık. O bine yakın belgesel sonuçta televizyonda yayınlandı. Bütçeleri verildi. Mutluyum ve belgeselciliğin de çok değerli olduğunu sizlere göstermek isterim. Sizlerin de yönetmen olmanızı çok isterim çünkü çok değerli bir çalışma ve görsel olarak hikayeleri anlatmak huzur veriyor. Ancak televizyon anlayışının değişmesini de çok isterim. Benim gönlümden geçen bu. Belgeseller çok seviliyor, dünya çapında. Bütün dünya yönetmenleri… Mesela Oliver Stone diye bir yönetmen var, Amerikalı. Putin'in belgeselini çekti. Martin Scorsese çok değerli belgeseller çekti. Dünyada büyük değer elde etmiş filmler çekerken belgesel de çektiler. Çünkü belgeselin gerçekliği var. Sinema bazen masal gibidir, hayaldir ama belgesel gerçektir. Gerçek bir hikayeyi, gerçek bir hayat öyküsünü anlatır.
Benzer olarak dijital platformların (Netflix, YouTube gibi) belgesel sinemasının etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Onların da çok geniş bir alanı var. Dijital platformlardan da belgesel talepleri oluyor. Ben de bu platformlarda belgesel yapmayı istiyorum.
O platformların yaygınlaşmasını ve bizim özel televizyonla gibi yanlış yönetilmemesini çok isterim. Çünkü Netflix platformu dünyanın her yerinde yayınlanıyor ve her yerden izlenebiliyor: bir cep telefonunda, bir laptopta, bilgisayarda… Ama Türkiye'de de onun yöneticileri var.
Biz Türkiye'de yaşıyoruz, 85 yıllık bir toplumuz. Türkiye'de bu platformları yönetenlerin özel televizyon yöneticileri gibi hata yapmamalarını çok isterim. Çünkü Türkiye gençliğinin belgesellere, tarihe, edebiyata, sanata çok ihtiyacı var. Sırf eğlence için tek konu, tek mesele olmaz. Biraz farklı filmler, belgeseller, çok değerli hayat ölçüleri de sunmaları lazım. Fakat şu anda hem umutsuz değilim, hem de yeterli olmadığını görüyorum.
İleride hedeflediğiniz bir çalışma veya belgeseline oluşturmak istediğiniz bir tane konu var mı?
Size yeni bitirdiğimiz bir belgeselden bahsedeyim. Yakın zamanda Zülfü Livaneli'nin belgeselini bitirdik. Biraz uzun, çok bölümlü bir belgesel oldu. Onu da yakında gösterime sunmayı planlıyoruz. Sonraki yıllarda da değişik belgeseller yapacağız tabii. Ben daha çok tarih belgeselleri ve sanatçı belgeselleri yapmayı seviyorum. Yaptıklarımın benzerlerini yapmaya devam edeceğim.
Son olarak projelerinizde karşılaştığınız zorluklar ve olaylar sırasında nasıl çözümler ürettiniz? Bu deneyimler mesleki gelişimize nasıl katkı sağladı?
Karşılaştığım problemler için anlık çareler ürettim. Bazen parasız kaldık. fakat parasızlığımıza rağmen o belgeseli tamamladık. Çünkü bazen yürek gücü gerekiyor. Her şey para değil. Kocaman kocaman paralarla belgesel yaparsın, film yaparsın da içeriği zayıf olur. Ben her zaman içeriğin veya anlatılacak hikayenin yüksek bir hikaye olmasını, derinlikli bir hikaye olmasını öneririm. Yoksa param var, yüzbinlerce doların var ama iyi kameraman var, iyi kameralar var ama hikayem yok.
Bence bizim dünyada en değerli şey hikayedir. Ben hikayeme sığındım bugüne kadar. O yüzden para zorluğunun sıkıntısını aştım. Bazen 15 kişinin gitmesi gereken çekime 6 kişiyle de gittiğimiz oldu. Ama biz, dediğim gibi, hikayemiz zengin olduğu için onu, belgeseli yine tamamlamaya çalıştık iyi bir şekilde.
Bazen de arşiv zorluğuyla karşılaştık. Bir hikaye güzel ama fotoğrafı yok mesela. Orada zorluk yaşadık, onu nasıl çözdük? Çizgi film ya da karikatür veya çizgi roman yaptırarak sanki o yaşanmış gibi yaptık. Yani onun bir fotoğrafmış gibi, video gibi sunduk. Başka çaremiz olmadı. Bunlar hep zor şeyler. Çünkü Türkiye'nin, dediğim gibi, vizyo arşivi tamamen yoksul durumda. Çok isterdim Amerikan televizyonları gibi bizim de arşivimiz olsun. Amerikan tarihine baktığımız zaman son yüzyıla her şeyin filmi var. Amerikalı belgeselci veya İngiliz belgeselci daha rahat belgesel yapar bizden. Çünkü orada arşiv çok kıymetli, değerli ve toplanmışken bizde ise çöplere atılmış. Hep buna üzülürüm.
Onun dışında tabii Türkiye düşünce olarak çok özgür bir ülke değil. Bize şu belgeseli yapma, şu belgeseli yaparsan şöyle sansürlenir diye baskılar da yapıldı. Biz tabii ki o baskılara boyun eğmedik ama bu baskıların yapılması bile Türkiye'nin ne kadar zor olduğunu bir belgeselcinin açısından gösteriyor. O yüzden insanları sıradan şeylere, dertleri değil de hep böyle sıradan durumları anlatmaya zorluyorlar.
Herkes basite kaçıyor. Ben buna da üzülüyorum. Ben isterdim ki insanlar biraz daha düzeyli, kaliteli eserler öğretsin, programlar yapsın, diziler yapsın. Kimse ilgilenmiyor memleketin dertleriyle. Mesela baskıcı iktidarların belgeseli yapılması lazım. Ama hiçbir televizyon bunlara yayınlamıyor. Ama bütün bunlara rağmen, bütün bu zorluklara rağmen siz de yaptığınız bu röportaj vesilesiyle söyleyeyim, sizin de belgeselci olmanızı isterim. Yeni kuşakların belgesele günü vermesini isterim çünkü, tekrar edeyim, belgesel gerçek olduğu için, gerçek hikayeler anlattığı için, insanlara çok kalbine kalbine dokunur. Bir ilaç gibi gelir ve sanat size tıpkı bir ilaç gibi dokunur. Size Çinli bir sanatçıdan öğrendiğimi aktarayım. Örneğin, bir film izlersin, iyi bir film, mutlu uyursun. Duvarındaki bir tablo, insanı mutlu eder. Sanatın böylesine bir gücü var. Sanatçının böylesine bir gücü var. Sonsuzluk ve ölümsüzlük.
Yağmur Ece Nisanoğlu tarafından editlendi.
Selcen Aksu, Begüm Güvenç ve Elif Karakaş tarafından yazıldı.